Şehirleşme Sürecine Nasıl Gidildi: Kazım Yılmaz Yazdı

Kazım Yılmaz
Ben Kazım Yılmaz 1994 kayseri doğumluyum. Lise eğitimimi Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde wep programcılığı üzerine yaptım. Ardından üniversite eğitimine muğla ilinin Milas ilçesindeki Milas Myo da Turizm ve Otelcilik üzerine devam ettim. İki yıllık eğitimim bittikten sonra 4 yıla tamamlamak üzere kayseri Erciyes Üniversitesine geçiş yaptım. Erciyes Üniversitesine geçiş yaptıktan sonra Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesinde Kamu yönetimi bölümünde devam ettim. Erciyes Üniversitesindeki derslerimle muğla üniversitesindeki derslerimin birbirine denklik alamamasından dolayı oradaki eğitimimi yarıda bırakıp İstanbul’a geldim. Burada uluslararası İtalyan yemek markası ve yüzü olan Eatalyde çalışmaya başladım. Halende çalışmaya devam ediyorum. Bu süreçte kamu yönetimi bölümünden mezun oldum. Tarım sektörü ile alakam babamın çiftçi olmasından dolayı geliyor. 6 yaşından beri tarlayla iç içe bir halde büyüdüm. Büyük Ekim alanlarına sahip olduk. Aynı zamanda hal komisyonculuğuda yaptık.
19.09.2019
A+
A-

Türk Köylüsünün Kentle Savaşı 3: Artık Hiçbirşey Eskisi Gibi Olmayacak

Türk tarımı ve kırsalı için sonun başlangıcı dediğimiz 2001 krizi oldukça büyük önem taşıyor. Bu tarihten sonra artık hiç birşey eskisi gibi olmayacak. Türkiye 2000’lerin başında hem ekonomik hemde siyasal krizler yaşamış ekonomik batmış faizler uçmuş herşey adeta tepe taklak olmuştu. Her sektörü etkilediği gibi tarımı ve kırsalıda etkilemiş, insanlar bir buhranın içine girmişti.

Bu krizle birlikte özellikle 80 ve 90’lı yıllarda kente göç eden dünün köylüsü bugünün kentlileri yeniden köye doğru yola çıkacaktı.
Orada bir köy var uzakta diye başlayan sözler bu kesim için bir umut kapısı haline gelecekti.
En azından gıda ihtiyacını karşılayacak,geçinip gidecekti. Köyünde okuluda vardı. Çocukların eğitimide sıkıntı değildi. Bunlardan cesaret alıp bir çok kişi geri döndü. Bu geri dönenler yeni bir hayat bekliyordu ve artık hiç birşey eskisi gibi olmayacaktı.

Ecevit ve Bahçeli koalisyonu dağılmış erken seçim gündeme gelmişti. Bu seçimde AKP tek başına iktidar olmuştu. Tek başına iktidara gelmesinde en önemli şey ise DYP’nin meclis dışı kalmasıydı. Bu hamle AKP’yi tek başına iktidara taşımıştı.

AKP ile birlikte çok şey değişecekti. Özelliklede mazot gübre tohum vb şeylerde artış öngörüyordu. Türkiye artık tüketim ekonomisinin hakim olduğu bir hale girecekti. Kapitalizm kılcal damarlarımıza kadar işleyecekti.

Bu durum ise köyden kentte göçü hızlandıracaktı.

ABD ve Batıdan sıcak para giriyordu. Bu para ise inşaat ve betona gömülecek bunun faturası ise geçtiğimiz yıllarda çıkacaktı. Bu sıcak parayı betona ve inşaata değilde üretime vermiş olsak nasıl olurdu. Buna biraz kafa yoralım birlikte…

Bu yıllarda ne yapıldı düşük kur politikası belirlendi. Kemal Derviş reçeteyi yazdı. Hükümet uyguladı.
Düşük kur + yüksek vergi + tüketim ekonomisi=Türkiye Ekonomisi.

Durum tamda böyleydi. Şimdi ara mallar birçok şey çinden geliyor. İçeride üretilmiyordu. Ucuz üretim yapmak vergilerden dolayı zor olduğundan üretim sanayi yerini montaj sanayisine bırakıyordu. Çin’den sağdan soldan birleştir alsana “Üretim” diyorlardı. Eş dost alışverişte görsün mantığı ilklerde elbette güzeldi. Halk tüketiyor tükettiği üründen vergi alınıyor bu vergi ile yol köprü vs yapılıyor montajdan alınan vergiler betona gömülüyordu. Bu durumun başka nedenleride elbette var ama bu işlere girme taraftarı değilim. Bu durum bir yerde bitecek betonun yenmeyen ve sonunun olduğu gerçeği kavranacaktı.

Türkiye o yıllarda bu parayı üretime yatırsaydı nasıl olurdu. Üretim derken her alanda üretim. Tam bağımsız şekilde kendi kendine yetebilen ülke olmak için yapılan üretim. Bu modelde kur 3.50 civarlarında olmalıdır. Faizler düşük olması olmazsa olmaz bir olaydı. Makina teçhizat her türlü ana ekipmanı üretmek gereklidir. Tarım özelinde bu model ise şu şekilde olmalıdır :
Mazot gübre tohum ve yemde sıfır vergi olmalıdır. Yerli tohum korunmalı ve çeşitlendirilmelidir. Traktörden ekim dikim biçim ekipmanları hepsi burada üretiliyor olmalıdır. Eğerki bunları ithal alır birde vergi konursa kısır döngüden çıkamayız.
Yüksek kuru belkide ilk yazanlardan biriyimdir. Bakın markalaşma sağlanmamışsa bu model tek çözümdür. Ama bu modelin en önemli olayı girdileri kendi içinde halletmendir. Yoksa bu modelin hiçbir işlevi kalmaz.

Modelden az çok bahsettim detaylı bir yazı ile bu konuyu enine boyuna ele alırız. Beton ekonomisi ile birlikte köyden kente göç hızlandı. İlk olarak amerikada drugstore adıyla ortaya çıkan avm konsepti beton ekomisinin mihenk taşı en önemli itici kuvveti olacaktı. Heryer avm olacak çarşı pazar ekonomisi avm ekomisine evrilecekti.
Tüketim çılgınlığı alıp başını gidecekti. Gelen sıcak para boş işlere harcanacak tabiri caizse çar çur edilecekti. Televizyon dizileri bu yangının körüğü konumunda olacaktı.

Bu ekonomi kırsalıda etkisi altına alacaktı. Elbette kentte görülen hastalık kırsalı saracaktı. Kentte; telefon, AVM, kıyafet ve dışarıda yemek kültürü olarak ortaya çıkacak. Kırsalda ise büyük traktörler ihtiyaç dışı mobilyalar arabalar olarak devam edecekti. Traktörü varken traktör alacaktı çünkü yan komşuda almış o aşağı kalamazdı.

Tüketim tarafında bu işler olurken üretim tarafında ise artan girdi maliyetleri olacaktı.

Eğitim tarafında ise asıl büyük olay yaşanıyor köy okulları tasfiye ediliyordu. Taşımalı eğitim adı altında adeta afaroz ediliyordu.
Bu köy okulu konusu internetle birlikte en can alıcı nokta bana göre. Birçok kişi bu konuyu bahane ederek köyden kentte göç etti.
Bu bana göre bilerek yapıldı. Bunun faturası ise çok ağır olacaktı. Köyden kentte olan göç artacak adeta bir furyaya dönüşecekti.

Bunların ışığında bir büyük etki ise kadınlarımızın köyde kalmaması bu durumunda azımsanmayacak derecede etkisi mevcut. Birçok kişi bu durumda olduğu için kente gidip modern kapıcılık olan güvenlik görevlisi olacaktı. Kadınlarımız köyde 2000 liraya rahat yaşama imkanı varken kentte 2000 liraya sefalet yaşıyor. Tabi bunda çok ayrı etmenler bu Türk kadını ve Türk tarımı ile ilgili olarak özel bir başlık açmak ve yazmak daha doğru olur diye düşünüyorum.

Bu olayların etkisi ile kırsal nüfüsun genel nüfüsa oranı %20’lerin altına inecekti. Yüzde yirmi yüzde sekseni besle denecekti. Besleyemezse paramız var ithal ederiz değilmi? Sayın bakan öyle demişti. Paramız varki ithal ediyoruz.

Kırsal bitmiş durumda nüfus yaşı 60 olmuş. Bu sayı hızla artmaya devam ediyor. Genç nüfus köy yerine kentte eğitim alınca geri dönmek istemiyor. O kentin büyüsü ihtişamı cazibesi onu adeta sarıyor.
Aydınlık günler kırsalda bitti. Güneş battı artık. Ya güneşin doğmasını sağlayacağız yada kutuplar gibi uzun süre karanlıkta kalacağız.
Seçim bizim seçim karar erklerinin.
Yazıma şu söz ile nokta koymak istiyorum.
Son tarla ekilmeyi bıraktığında son çiftçi üretmekten vazgeçtiğinde ve son köy boşaldığında KENTLİ kentin yenmeyen birşey olduğunu anlayacak